On bir ayın kirliliği üstümüzde. Bu kirlilik el kirine, ayak kirine benzemez.
Onları yıkarsın gider. Bu kirlilik yürek kiri, zihin kiri, akıl kiri, hepsinden öte tasavvur kiri.
Bilinç kirlenmesi çağın amansız bir hastalığı. Bilinci ve yüreği kirlenen insan, bu kirliliği bir biçimde elinin dokunduğuna bulaştırıyor. Sözü, düşünceyi, duyguyu kirletiyor. Kirli zihinle Kur’an okusa, zihnindeki kirlenmişliği ona da bulaştırıyor. İbadet etse, tadını alamıyor. Tıpkı dünyanın en nefis yemeğini pis bir kaba koymak gibi.
Bilinç ve akıl, kalp ve duygu kirliliği kirlenmiş bir organ kadar kolay temizlenmiyor. “Yıkarsın gider” diyemiyorsunuz. Bu, diğerinden bin beter bir kirlilik. Kirlilik manevi olunca, ondan arınmanın yolu ve yordamı da manevi olmak zorunda.
İşte ibadetler, insanı arındırmanın, onu yaratan Allah tarafından belirlenmiş yöntemleri. Allah tarafından belirlenmiş. Çünkü insanı yaratan, onun zaaflarını herkesten, hatta kişinin kendisinden de daha iyi bilir. Kur’an’ın dediği gibi: “O yarattığını hiç bilmez olur mu?”
Bildiği içindir ki, insanı manevi kir ve paslarından temizleyecek reçeteleri de en güzel Oyazar. Vahiy, işte bu reçetelerden oluşmuş ilahi bir şifa hazinesidir.
İbadetler kendi başlarına amaç değildirler. Onlar, gerçekleştirecekleri daha üst amaçlar için araç kılınmışlardır. Her ibadetin amaç ve hikmeti vardır, fakat bu amaç ve hikmeti, bazen o ibadeti emreden ilahi mesajın içerisinde açıkça yazılı olarak bulursunuz; bazen de, derin düşünme ve tüme varım yöntemiyle vahyi okuma sonucunda bulursunuz.
Oruç ibadetinin amacı, birincisine girer. Bizzat orucu emreden ayet şöyle başlar: “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı!” Bu ilahi talimatın hemen ardından, oruç ibadetinin insanda gerçekleştirmek istediği amaç açıkça yer alır: Leallekum tettekûn: “Umulur ki, takvaya ulaşırsınız.”
Evet, orucun amacı insanda “sorumluluk şuuru” demeye gelen takvaya ulaştırmaktır.
Kime karşı sorumluluk şuuru?
Önce insanın kendi varoluşuna karşı sorumluluk şuuru. Çünkü insan yaratılmışların tacı, Allah’ın şaheseri olarak bir amaç uğruna yaratılmıştır.
Dolayısıyla kendi varoluşunun amacını sormak, aramak ve bulmak zorundadır. İşte insanın kendisine karşı sorumluluğu budur.
İnsan kendisine karşı sorumluluğunun bilincine varırsa, Allah’a karşı sorumluluğunun bilincine de varacaktır. İşte “takva” budur.
Bu bilinç kendisinde yer ettikten sonra insan, diğer insanlara, tabiata ve eşyaya karşı sorumluluğunu da idrak edecektir.
Bu anlamda oruç tutmak, insanın kendi iç dünyasına karşı olan sorumluluğunu yerine getirmesi anlamını taşır. Zayıflayan ruhun beslenmesi için ruhun doyurulması. Çünkü on bir ay boyunca bedene yapılan yatırım ruhu, aklı, bilinci geri plana itmiş, onları zayıf bırakmıştır. Oysaki insanı insan eden eti kemiği değildir. O halde mesele insanı insan eden değerlerin takviye edilmesi, onların beslenmesi ve yüceltilmesidir.
İnsan, kendisini insan eden yerlerini beslediğinde karanlıkta kalan gönlü aydınlanacak, aklı aydınlanacak, bilinci aydınlanacak ve görmeyen gönül gözü görmeye, gönül kulağı işitmeye, gönül burnu koku almaya başlayacaktır.
Bu manevi gelişme, insan bilincini yüceltecek ve insan ibadeti sayesinde Rabbiyle arasındaki ilişkiyi aktif hale getirecektir.
Bu ilişkinin insana dönük yanında ubudiyyet (kulluk) yer alır. Allah’tan buna karşılık olarak inen ise rububiyyet (Rablik) olacaktır.
İnsandan yükselen dua olacaktır.
Allah’tan inen icabet olacaktır.
İnsandan yükselen soru olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder